Bunlar tevkī‘ (توقيع) ve rikā‘ (رقاع), muhakkak ve reyhânî, sülüs ve nesih hatlarıdır. Başta aklâm (müfredi kalem) kelimesi olmak üzere bu isimlerden bazıları hat ıstılahı olarak çok eski tarihlerden beri mevcuttur. Ancak zamanla delâlet ettikleri şeyler değişmiştir.
İslâmiyet’in doğuşu sırasında Arap yazısı, hem şekil bakımından hem de Arap dilini tesbit ve ifade edebilecek bir yazı sistemi olarak çok iptidâî seviyede idi. İslâmiyet’le yazının kazandığı ehemmiyet, Kur’ân-ı Kerîm’in yazı ile tesbiti, İslâm-Arap Devleti’nin muhtelif müesseseleriyle kurulup genişlemesi, Arap yazısının iki yönden gelişmesine âmil oldu: Bir yandan Arapça’yı tesbit edebilen bir yazı sistemi olması sağlandı, öte yandan şekil bakımından işlendi, güzelleştirildi; hatta bu medeniyetin hâlâ büyük bir canlılıkla yaşayan bir sanat şubesinin ana malzemesi oldu.
Bahsedilen devrede aynı yazının, yazı malzemesine ve kullanıldığı sahaya göre biri düz hatları ve keskin köşeleri galip vaziyette olan şekli, diğeri yuvarlak karakterli hatları ve yumuşak köşeleri galip vaziyetteki şekli olmak üzere birbirinden farklı hususiyetler kazanmaya başlayan iki tarzı doğmaya başladı.
Hat sanatında üslûp sahibi gerçek sanatkârlara, sadece yazısı güzel olanlardan ayırmak için verilen en eski sıfat muharrirdir. Bu kelimenin yerini zamanla hattat almıştır. Muharrir sıfatı ile lakaplandırılan sanatkârların en eskisi ise hat sanatı tarihinin ilk büyük merhalelerinden biri olan Kutbetü’l-Muharrir’dir (ö. 154/771). İbnü’n-Nedîm, Kutbe’nin dört kalem ihdas ettiğini söylerse de bunların mahiyetini açıklamaz. Ağız enleri birbirine nisbetle tayin edilen bu kalemlerden birincisi kalemü’l-celîl idi. Bu suretle Emevîler devrinde, muhtelif tipte vesikalara muayyen ebadda varaklar tahsisi ile bunlara uygun büyüklükte yazılar için standart kalemler ihdas edilmiştir. Daha sonra gelen sanatkârlar hünerlerini daha çok celîl kalemlerle yazılan büyük yazılarda göstermişlerdir.
Bu sanatkârlardan biri Abbâsîler devrinin başlarında, hicrî II. asır ortalarında şöhret sahibi olan ve pek çok talebe yetiştirmiş bulunan İshak b. Hammâd el-Kâtib’dir. Celîl üstadı olduğu belirtilen İshak b. Hammâd’ın talebelerinden İbrâhim es-Siczî (veya eş-Şecerî), -tûmâr kalemine nisbetle- sülüseyn ve sülüs diye adlandırdığı iki kalem ihdas etti. Kâtip ve şair olan Yûsuf Lakve, seleflerinin tesbit etmiş bulunduğu en-nısfü’s-sakīlden bir kalem çıkardı. Vezir Zü’r-riyâseteyn el-Fazl b. Sehl (ö. 202/818) bu kalemi çok beğendi ve ona er-riyâsî adını verdi. Bu kalem daha sonraları kalemü’t-tevkīât adını almıştır. İbrâhim es-Siczî’nin talebelerinden el-Ahvel el-Muharrir, yine tûmâr esas olmak üzere bazı kalemler çıkarmış, ayrıca sülüsün ve nısfın incelerine mahsus olmak üzere hafîfü’n-nısf ve hafîfü’s-sülüsü ihdas etmiştir.
Kutbetü’l-Muharrir ile İbn Mukle (ö. 328/940) arasında gelen sanatkârların en mühimi olan el-Ahvel’e on bir kalem ve hat isnad edilir. Bunlar arasında müselsel (bütün harfleri birbirine bitişik yazı), hattü’l-muâmerât, hattü’l-kısas gibi, kaleme değil, yazı şekline veya belli bir kalemin tahsis edildiği saha veya mevzûa delâlet eden adlar da vardır.
Şu halde başlangıçta yazı yazılan malzemenin (parşömen, papirüs veya kâğıdın) ebadına uygun cesâmette yazı için kalem tesbit edilmiştir. Büyük boy malzeme üzerine yazılacak yazılar için büyük (celîl) denebilecek yazıların başlangıç noktası aranmış, buna uygun kalemin ağzı daha küçük boyları tesbit için esas kabul edilmiş, sonra da eni bunun üçte ikisi, yarısı, üçte biri vs. olan, yine varak ebadında en uygun kalemler ihdas edilmiştir. Bu farklı kalemler bazan standart büyüklükteki kaleme nisbetleriyle adlandırılmış (meselâ kalemü’s-sülüs), bazan tahsis edildiği mevzû veya kullanma sahasına göre anılmıştır (kalemü’t-tevkī‘). Muhtelif divanlara, resmî dairelere, resmî ve hususi mahiyette çeşitli saha ve mevzûlara ait vesikalara muhtelif büyüklükte varaklar dolayısıyla değişik boyda kalemler tahsis edilmiştir.
Bu kalem adlarının bir kısmı zamanla bu kalemlerle yazılan yazılar, farklı karakterler, hususiyetler kazanmaya, her kalemden değişik üslûplar doğmaya başlamıştır. Çünkü bu kalemlerle yazılan yazılar birbirinin riyâzî mânada büyüğü veya küçüğü değildi. Meselâ tûmâr kaleminin ağız eni 24 beygir kuyruğu kılı (15 mm.), elifi 24 × 24 = 576 kıl (24 × 15 = 360 mm.) boyunda idi; halbuki sülüs kalemin ağzı tûmârınkinin üçte biri, yani 24/3 = 8 kıl (8 × 0,625 = 5 mm.), buna mukabil elifinin boyu veya bazı harflerinin ufkî uzunluğu 8 × 8 = 64 kıl (8 × 5 = 40 mm.) miktarı idi.
Bu kalem adlarının bir kısmı bunlara bağlı olarak hususi karakter kazanan yazı üslûplarının, hatların da adı oldu. Hicrî I ve II. asırlarda sanatkârların zevk ve sezişleriyle buldukları birtakım nisbetlere bağlı olarak geliştirdikleri bu tarzlara aslî ve mevzun hatlar dendi. Bazı sanatkârlar bazı hatların gelişmesine daha çok hizmet etmişlerdir. Meselâ İbn Mukle’ye kadar uzanan bu devrenin büyük sanatkârlarından Zâkıf (Ahmed b. Muhammed), hususiyetle sülüs üstadı idi.
İbn Mukle ile, daha doğrusu İbn Mukle kardeşlerle -yani ikisi de vezir olan Ebû Ali Muhammed b. Ali (ö. 328/940) ve Ebû Abdullah Hasan b. Ali (ö. 338/949) ile- hat sanatı tarihinde yeni bir devir açıldı. İbn Mukle’lerin bu sahadaki hizmetleri umumiyetle bir arada mütâlaa edilmiş ve hat sanatının bu simalarla yaşadığı merhaleyi Ebû Ali İbn Mukle’nin ağır basan şahsiyeti temsil etmiştir. İbn Mukle, seleflerinin üç asırlık arayış ve tecrübeler sayesinde zevk ve sezişleriyle elde ettikleri şekillerin nizamını ve aralarındaki nisbetleri belli kaidelere bağlayan bir usul ortaya koydu. Böylece aslî ve mevzûn hattın yerini harflerinin ayrı ve bitişik hallerdeki şekillerini belli esaslara ve ölçülere dayalı nisbetlere bağlayan el-hattü’l-mensûb (nisbetli yazı) aldı. Bu usul, yazıların değerlendirilmesini ve öğretilmesini de kolaylaştırdı.